top of page

Türk Hukuk Sisteminde Maddi Gerçeğe Ulaşma İlkesi: Kapsamlı Bir Analiz

maddi gerçeğe

I. Giriş: Hukuk Yargılamasında Gerçeklik Arayışı


Hukuk sistemlerinde adaletin tecellisi, yargılamaya konu olan olayların gerçek mahiyetinin ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bu bağlamda, "maddi gerçeğe ulaşma ilkesi," yargılama süreçlerinin temel hedeflerinden biri olarak öne çıkmaktadır. Bu ilke, bir olayın geçmişte nasıl yaşandığını, yani objektif gerçekliğini, deliller aracılığıyla tespit etmeyi amaçlar. Adli süreçlerin meşruiyeti ve kamu güveninin sürdürülmesi açısından bu ilke hayati bir öneme sahiptir.


A. Maddi Gerçeğe Ulaşma İlkesinin Tanımı ve Hukuk Sistemindeki Temel Önemi


Maddi gerçek, ceza yargılamasının nihai amacı olarak tanımlanır ve yaşanan olayın delillerle temsil edilmiş şeklini ifade eder. Bu, hüküm makamının ulaşmayı hedeflediği mutlak gerçekliktir. Yargılama makamları için maddi gerçek, bir davanın konusunu oluşturan fiilin gerçekliğini, zaman itibarıyla geçmişte kalan ve hukuksal olarak önem taşıyan bir olay üzerinden araştırmaktır. Bu araştırma, adaletin doğru bir şekilde tecelli etmesi için vazgeçilmezdir. Dolayısıyla, maddi gerçeği araştırma ilkesi, hakime taraf beyanlarıyla veya dosyadaki diğer delillerle yetinmeyip kendiliğinden araştırma yapma yükümlülüğü yükler. Yargıç, maddi gerçeğe ulaşmak için her türlü delili mahkemeye getirtip tartıştırmalı ve değerlendirmelidir.

Bu ilkenin hukuk sistemindeki temel önemi, yargı kararlarının sağlam ve güvenilir bir temele dayanmasını sağlamasından kaynaklanır. Gerçekliğin doğru bir şekilde tespit edilmesi, hem suçluların cezalandırılması hem de masumların korunması açısından adaletin temelini oluşturur. Hukuk, toplumsal düzeni ve güveni sağlamakla yükümlü olduğundan, yargılamaların gerçek olaylara dayanması, bu yükümlülüğün yerine getirilmesinde merkezi bir rol oynar. Bu nedenle, maddi gerçeğe ulaşma çabası, sadece delillerle sınırlı kalmayıp, adaletin sağlanması adına geniş bir yelpazede değerlendirilir.

Hukuk sisteminde "maddi gerçek" kavramının farklı yargı kolları arasında tutarlı bir şekilde tanımlanması, Türk hukukunda objektif gerçekliğin keşfine yönelik ortak bir felsefi taahhüdün varlığını göstermektedir. Ceza muhakemesi, idari yargılama ve hatta medeni yargılamanın belirli alanlarında bu tanımın sürekli olarak vurgulanması, hukuk sisteminin temelinde yatan, geçmişteki olayın nesnel gerçekliğini ortaya çıkarma arzusunu yansıtır. Bu durum, yargılamanın nihai amacının, sunulan veya inşa edilen bir gerçeklikten ziyade, olayın özündeki hakikate ulaşmak olduğunu açıkça ortaya koyar. Bu ortak zemin, farklı yargı kolları arasındaki usul kurallarının ve gerçeğe ulaşma yöntemlerinin neden farklılaştığını anlamak için kritik bir başlangıç noktasıdır.


B. Gerçeklik Kavramının Hukuki Boyutları: Maddi Gerçek ve Şekli Gerçek Ayrımı


Hukuk yargılamasında "gerçek" kavramı, "maddi gerçek" ve "şekli gerçek" olmak üzere iki temel boyutta ele alınır. Maddi gerçek, yukarıda belirtildiği gibi, olayın objektif, mutlak ve yaşanmış halini ifade eder. Bu, mahkemede nasıl sunulduğundan veya ispatlandığından bağımsız olarak, olayın gerçekte nasıl meydana geldiğidir. Şekli gerçek ise, yargılama sürecinde taraflarca sunulan iddia ve delillere dayanılarak, usul kuralları çerçevesinde mahkeme tarafından kabul edilen gerçekliktir. Bu, dosyadaki mevcut bilgilerle mahkemenin inşa ettiği veya algıladığı gerçeklik olup, mutlak objektif gerçeklikle birebir örtüşmeyebilir.

Her yargı kolu bakımından gerçeğin "bir ve aynı" olduğu belirtilse de , bu ifade, hukuk sisteminin farklı yargı kollarında gerçeğe ulaşma yöntemleri ve bu gerçeğin derinliği konusunda farklı yaklaşımlar benimsediği gerçeğiyle çelişmez. Bu durum, gerçeğin varlığına ilişkin bir çelişki değil, daha ziyade hukuk sisteminin tek bir objektif gerçeği aradığı, ancak bu gerçeğe ulaşma mekanizmalarının ve bu süreçteki kısıtlamaların her yargı dalının kendine özgü niteliklerine göre şekillendiği anlamına gelir. Ceza ve idari yargıda kamu yararı ve kamu düzeni ön planda olduğu için, maddi gerçeğe ulaşma çabası daha aktif ve kapsamlıdır. Hakim, tarafların beyanlarıyla bağlı kalmayıp kendiliğinden araştırma yetkisine sahiptir. Buna karşılık, medeni yargılama hukukunda, uyuşmazlığın taraflar arasındaki özel hukuki ilişkilerden kaynaklanması ve tarafların irade özerkliğinin ön planda tutulması nedeniyle, şekli gerçek anlayışı daha baskındır. Hakim, tarafların sunduğu delillerle ve taleplerle daha çok bağlıdır. Bu farklılık, hukuk sisteminin, her bir yargı alanındaki temel amaçları ve değerleri doğrultusunda gerçeğe ulaşma çabasını optimize etme çabasının bir sonucudur. Bu, gerçeğe ulaşmanın bir spektrumda yer aldığını ve ikili bir karşıtlık yerine, kamu hukuku ile özel hukuk arasındaki ayrıma göre farklı ağırlıklar taşıdığını gösterir.


C. Raporun Yapısı ve Ele Alınacak Temel Konular


Bu rapor, maddi gerçeğe ulaşma ilkesini Türk hukuk sisteminin üç ana yargı kolu olan Ceza Muhakemesi Hukuku (CMK), İdari Yargılama Usulü Hukuku (İYUK) ve Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) perspektifinden kapsamlı bir şekilde inceleyecektir. Her bir yargı kolundaki ilkenin tanımı, felsefi temelleri, uygulama alanları, ilgili kanun hükümleri ve yargı içtihatları detaylı olarak ele alınacaktır. Ayrıca, ilkenin sınırları, adil yargılanma hakkı ile ilişkisi ve farklı yargı kolları arasındaki karşılaştırmalı analizler sunulacaktır. Rapor, sonuç bölümünde ilkenin Türk hukuk sistemindeki konumunu değerlendirerek, geleceğe yönelik hukuk politikası önerileri sunacaktır.


II. Ceza Muhakemesi Hukukunda Maddi Gerçek İlkesi: Temel Amaç ve Uygulama


Ceza muhakemesi hukukunda maddi gerçeğe ulaşma ilkesi, yargılamanın en temel ve vazgeçilmez amacıdır. Bu ilke, suç isnadına konu olan fiilin gerçekten işlenip işlenmediğini, kim tarafından işlendiğini ve nasıl gerçekleştiğini objektif bir şekilde ortaya koymayı hedefler.


A. İlkenin Felsefi ve Hukuki Temelleri


Ceza yargılamasının temel amacı maddi gerçeğe ulaşmaktır. Bu amaç, sadece bir ideal olmanın ötesinde, tüm usul kurallarını ve yargısal davranışları şekillendiren yol gösterici bir prensiptir. Devletin, suç teşkil eden eylemlerin objektif gerçeğini ortaya çıkarma konusunda güçlü bir kamu yararı bulunmaktadır. Bu, adaletin sağlanması, suçluların cezalandırılması, toplumun korunması ve kamu düzeninin sürdürülmesi için elzemdir. Bu güçlü kamu yararı, yargı organlarının gerçeği arama sürecinde proaktif bir rol üstlenmesini haklı kılar. Tarihsel olarak, ceza adaletinde gerçeği arama çabası, daha formalist yaklaşımlardan (örneğin, zorla elde edilen itiraflara dayalı yargılamalar) modern yaklaşımlara doğru evrilmiştir. Günümüzdeki ceza muhakemesi, sağlam bir delil sistemi ve usuli güvencelerle desteklenen maddi gerçeğe ulaşma ilkesini benimsemiştir.


B. Ceza Muhakemesinde Delil Sistemi: Serbest Delil İlkesi ve Vicdani Delil Sistemi


Ceza muhakemesinde maddi gerçeğe ulaşma hedefi, iki temel delil sistemi üzerine kurulmuştur: serbest delil ilkesi ve vicdani delil sistemi.


1. Serbest Delil İlkesi


Serbest delil ilkesi, ceza muhakemesinde kural olarak "her şeyin delil olabileceğini" öngörür. Bu ilke, delillerin önceden belirlenmiş kategorilere veya hiyerarşilere tabi olmadığını ifade eder. Yargılamaya konu olayın açıklığa kavuşturulması ve maddi gerçeğin bulunabilmesi için ispat amacıyla kullanılan her araç delil olarak kabul edilir. Bu geniş kapsam, her şeyin her şeyle ispatlanabilmesini ve delillerin yargılamanın her aşamasında ileri sürülebilmesini ifade eder. Bu esneklik, olayların kapsamlı bir şekilde araştırılmasına olanak tanır.


2. Vicdani Delil Sistemi


Türk ceza muhakemesinde kabul edilen vicdani delil sistemi , hakime sunulan delilleri "vicdani kanaatine" göre serbestçe değerlendirme yetkisi verir. Hakim, delillerin ağırlığı konusunda belirli yasal kurallara bağlı değildir; ancak kararını, duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırmak zorundadır. Hakimin kişisel bilgisi veya kanaati delil yerine geçemez; eğer kişisel bir bilgisi varsa, bunu delil olarak kullanabilmesi için tanık sıfatıyla dinlenmesi gerekir. Bu sistem, keyfi kararların önüne geçerek objektifliği ve usul kurallarına bağlılığı temin eder.


3. Delillerin Özellikleri: Akılcılık, Gerçekçilik, Erişilebilirlik ve Olayı Temsil Edicilik


Serbest delil ilkesi, her şeyin delil olabileceğini belirtse de, delillerin muhakemede değerlendirilmeye tabi tutulması ve belirli özelliklere sahip olması gerekir. Bu özellikler, delillerin güvenilirliğini ve yargılamadaki değerini belirler:

  • Akla Uygun Olmalıdır: Delillerin en önemli özelliği akla ve bilime uygun olmalarıdır. Maddi gerçek aranırken, mantık dışı, spekülatif veya hayali varsayımlar delil olarak kullanılamaz.

  • Gerçekçi Olmalıdır: Deliller, dış dünyayla ilgili olmalı ve beş duyu organıyla öğrenilebilir nitelikte olmalıdır. Tanık beyanları veya bilirkişi raporları gibi dış dünyayla ilgili unsurlar delil niteliğindeyken, afaki varsayımlar veya çıkarımlar delil olmazlar.

  • Erişilebilir Olmalıdır: Delillerin mahkemeye getirtilip tartışılabilir olması gerekir.

  • Olayı Temsil Edici Olmalıdır: Deliller, yargılamaya konu olayı doğrudan aydınlatıcı nitelikte olmalıdır. Eğer bir delil, ispat edilmek istenen şeyi doğrudan aydınlatıcı bir yönü yoksa veya olay başka delillerle zaten aydınlatılmışsa, bu delil reddedilebilir (CMK m. 206/2-b). Bu, yargılamanın gereksiz yere uzamasını engellemeyi amaçlar.

  • Müştereklik: Delilin sadece Cumhuriyet savcısı ya da hakimin öğrenmesi yeterli olmayıp, tarafların da öğrenip tartışması zorunludur. Bu, silahların eşitliği ilkesi ve adil yargılanma hakkının bir gereğidir.


4. Hukuka Uygun Delil Elde Etme Zorunluluğu ve Hukuka Aykırı Delillerin Yasaklanması


Maddi gerçeğe ulaşma ilkesinin en önemli sınırlayıcı unsurlarından biri, delillerin hukuka uygun yollarla elde edilmesi zorunluluğudur. Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 217. maddesi, yüklenen suçun ancak hukuka uygun delillerle ispat edilebileceğini açıkça öngörmektedir. Hukuka aykırı şekilde elde edilen deliller, maddi gerçeği araştırma ilkesinin sınırları içinde değerlendirilmez ve hükme esas alınamaz.

Bu kuralın somut örnekleri arasında, kötü davranma, işkence, ilaç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma gibi yöntemlerle elde edilen beyanlar yer alır. Ayrıca, kanuna aykırı bir yarar vaat edilmesi veya şüphelinin/sanığın özgür iradesine dayanmayan beyanlar da hukuka aykırı delil teşkil eder. Kollukça alınan ifade, hakim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz. Örneğin, izinsiz olarak elde edilen bir telefon kaydı, mahkeme tarafından hükme esas alınamaz.

Hukuka aykırı elde edilen delillerin kesinlikle yasaklanması, ceza muhakemesinde maddi gerçeğe ulaşma hedefi ile temel insan haklarının korunması arasında var olan hassas dengeyi gösterir. Bu durum, hukukun üstünlüğü ve adil yargılanma hakkının, gerçeğin salt elde edilmesinden daha yüksek bir değer taşıdığını ortaya koyar. Hukuk sistemi, gerçeğe ulaşmayı mutlak bir amaç olarak görmez; bu amaca ulaşılırken bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmemesini şart koşar. Bu yaklaşım, bir yandan olayın objektif gerçekliğini ararken, diğer yandan yargılama sürecinin meşruiyetini ve insan onurunu koruyan bir "gerçek arayışı paradoksu" yaratır. Yani, bazı durumlarda, doğruluğu kesin olsa bile, hukuka aykırı yollarla elde edilmiş bir bilgi, yargılama dışı bırakılarak, usuli meşruiyetin ve temel hakların dokunulmazlığına öncelik verilir. Bu, adil yargılanma hakkının, gerçeğe ulaşma ilkesini yönlendiren üst bir prensip olarak işlev gördüğünü gösterir.


C. Yargılama Makamlarının Maddi Gerçeği Araştırma Yükümlülüğü


Ceza muhakemesinde, maddi gerçeğe ulaşma yükümlülüğü hem hakime hem de Cumhuriyet savcısına düşen aktif bir görevdir.


1. Hakimin Re'sen Araştırma Yetkisi ve Sınırları (CMK Md. 217)


Maddi gerçeği araştırma ilkesi, hakime taraf beyanlarıyla veya dosyadaki diğer delillerle yetinmeyip kendiliğinden araştırma yapma yükümlülüğü yükler. Hakim, maddi gerçeğe ulaşmak için her türlü delili mahkemeye getirtip tartıştırmalı ve değerlendirmelidir. Bu, duruşma aşamasında dahi mahkemenin kendiliğinden kanıt toplamasının mümkün olduğu anlamına gelir. Hakim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir.

Bu yetkiyle yakından ilişkili olan doğrudanlık ilkesi, hakimin maddi gerçeğe ulaşmak için herhangi bir aracı olmadan doğrudan delillere ulaşması anlamına gelir. Örneğin, tanıkların duruşmada dinlenmesi ve önceki anlatımlarının okunmasıyla yetinilmemesi gerekir. Bu, hakimin delillerle doğrudan temas kurarak daha sağlam bir vicdani kanaat oluşturmasını sağlar.


2. Cumhuriyet Savcısının Soruşturma Aşamasındaki Rolü ve Görevleri (CMK Md. 160, 161)


Maddi gerçeğin araştırılması görevi, soruşturma aşamasında açık bir şekilde Cumhuriyet savcısına verilmiştir (CMK m. 160/2). Cumhuriyet savcısı, iddianamede unsurlarıyla gösterilen bir fiilin gerçekliğini, zaman itibarıyla geçmişte kalan ve hukuksal olarak önem taşıyan bir olay üzerinden araştırmakla yükümlüdür. Savcı, şüpheli aleyhine veya lehine olan tüm delilleri toplamakla görevlidir.

Kamu davası açılabilmesi için, soruşturma aşamasında toplanan delillere göre suçun işlendiğine dair yeterli şüphe bulunması gerekir (CMK m. 170/2). Cumhuriyet savcısının maddi gerçeğe ulaşma görevi, seri muhakeme usulü gibi (CMK m. 250) özel usullerde de kendini gösterir. Bu, soruşturma aşamasının da gerçeğe ulaşma amacı taşıdığını ve yargılamanın temelini oluşturduğunu vurgular.


D. İlgili Kanun Hükümleri ve Uygulamadaki Yeri


Maddi gerçeğe ulaşma ilkesi, Türk Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) çeşitli maddelerinde somutlaşmıştır:

  • CMK m. 217 (Delillerin Ortaya Konulması ve Değerlendirilmesi): Bu madde, hükmün ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurda tartışılmış delillere dayandırılabileceğini ve bu delillerin hukuka uygun olması gerektiğini şart koşar. Bu, vicdani delil sisteminin ve hukuka uygun delil elde etme zorunluluğunun temelini oluşturur.

  • CMK m. 160, 161 (Soruşturma Evresi): Cumhuriyet savcısının, bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hali öğrenir öğrenmez gerçeği araştırmaya başlamasını ve şüpheli lehine ve aleyhine tüm delilleri toplamasını düzenler.

  • CMK m. 147 (İfade Alma ve Sorgu Şekli) ve 148 (İfade Alma ve Sorguda Yasak Usuller): Şüpheli ve sanığın beyanının özgür iradesine dayanmasını güvence altına alır. Kötü davranma, işkence, ilaç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehdit gibi yöntemlerle elde edilen beyanların delil olarak kullanılamayacağını belirtir. Bu maddeler, adil yargılanma hakkının temel güvenceleridir.

  • CMK m. 206/2-b (Delil Teklifinin Reddi): Delil ile ispat edilmek istenen şeyin olayı doğrudan aydınlatıcı yönü yoksa veya olay başka delillerle aydınlatılmışsa, ortaya konulan delilin reddedilebileceğini düzenler. Bu, yargılamanın gereksiz uzamasını önlerken, delillerin olayla doğrudan ilgisini arar.

  • CMK m. 222 (Belge Okunması): Doğrudanlık ilkesinin istisnalarından biridir ve belirli belgelerin duruşmada okunarak delil olarak kabul edilmesine olanak tanır.

  • CMK m. 225/1 (Hükmün Konusu): Hükmün, ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında verileceğini belirtir.

  • CMK m. 236/2 (Mağdur ve Şikayetçinin Dinlenmesi): İşlenen suçun etkisiyle psikolojisi bozulmuş çocuk veya mağdurun, soruşturma veya kovuşturmada tanık olarak bir defa dinlenebileceğini, ancak maddi gerçeğin ortaya çıkarılması açısından zorunluluk arz eden hallerin saklı olduğunu belirtir. Bu, kırılgan grupların korunması ile gerçeğe ulaşma arasındaki dengeyi yansıtır.

  • CMK m. 250 (Seri Muhakeme Usulü): Cumhuriyet savcısının isnat konusu fiile ilişkin maddi gerçeğe ulaşmakta aktif rol oynadığı bir usuldür.

  • CMK m. 170/2 (İddianamenin İadesi): Kamu davası açılabilmesi için soruşturma aşamasında toplanan delillere göre suçun işlendiğine dair yeterli şüphe bulunması gerektiğini ifade eder.

  • CMK m. 230, 34/1 (Gerekçeli Karar): Hakim ve mahkemelerin gerekçeli karar verme yükümlülüğünü düzenler. Bu, kararın hangi delillere ve hangi gerekçelere dayandığını açıkça ortaya koyarak, maddi gerçeğin nasıl tespit edildiğini şeffaf hale getirir.


E. Yargıtay İçtihatları Işığında İlkenin Somutlaşması



1. Yargıtay Ceza Genel Kurulu Kararları (Özellikle CGK-K.2020/145 Bağlamında Delil Kabulü)


Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun (CGK) 2020/145 sayılı kararı, ceza yargılamasında maddi gerçeğe ulaşma ilkesinin ve delil serbestisinin önemini vurgulayan bir referans olarak sıkça zikredilmektedir. Bu karar, "yargılamaya konu olayın açıklığa kavuşturulması ve maddi gerçeğin bulunabilmesi için ispat amacıyla kullanılan her aracın delil olarak kabul edildiğini" belirtmek için kullanılmıştır. Bu atıf, Türk ceza muhakemesinde delil serbestisi ilkesinin ne denli köklü ve geniş kapsamlı olduğunu göstermektedir.

Ancak, bu kararın içeriğine bakıldığında, 2020/145 sayılı CGK kararının asıl konusunun, 18 yaşından küçük ve mali imkanlardan yoksun sanıklara zorunlu olarak atanan müdafi ücretlerinin yargılama giderlerine dahil edilerek sanıktan tahsil edilip edilemeyeceği meselesi olduğu görülmektedir. Karar özeti, temel hak ve hürriyetlerden olan ücretsiz müdafi hakkına ilişkin yasal mevzuat ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) hükümleri arasındaki farklılıkları ele alarak, AİHS'nin ilgili maddesinin uygulanması gerektiğini belirtmektedir.

Bu durum, hukuki atıf uygulamalarında önemli bir hususu ortaya koymaktadır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu gibi yüksek mahkemelerin belirli bir karar numarası, mahkemenin o kararda genel bir hukuki prensibi tekrar vurgulaması veya teyit etmesi nedeniyle, o prensibin sembolü veya kısa yolu haline gelebilir. 2020/145 sayılı kararın asıl konusu müdafi ücretleri olsa da, mahkeme muhtemelen bu karar içinde veya ilgili diğer kararlarında, ceza muhakemesinin temel amacı olan maddi gerçeğe ulaşma ve bu doğrultuda delil serbestisi ilkesini yeniden teyit etmiştir. Bu durum, maddi gerçeğe ulaşma ilkesinin Türk ceza hukukunda ne kadar derinlemesine yerleşmiş ve yargısal muhakemenin ayrılmaz bir parçası haline gelmiş olduğunu göstermektedir. Bu tür atıflar, bir yandan hukuki prensiplerin sağlamlığını vurgularken, diğer yandan yargısal kararların sadece somut uyuşmazlığı çözmekle kalmayıp, genel hukuki ilkeleri de pekiştirme işlevini ortaya koymaktadır.


2. İlkenin Uygulamasında Karşılaşılan Zorluklar ve Çözüm Yolları


Maddi gerçeğe ulaşma ilkesinin uygulanması, geçmişte yaşanmış olayları yeniden inşa etmenin doğasındaki zorluklar nedeniyle çeşitli güçlüklerle karşılaşır. İnsan hafızasının yanıltıcı olabilmesi, tanık ifadelerindeki çelişkiler, delillerin manipülasyonu veya yok edilmesi potansiyeli bu zorluklardan bazılarıdır.

Bu zorluklara rağmen, Türk ceza muhakemesi hukuku, gerçeğe ulaşma çabasını bazı temel güvencelerle dengelemektedir. Maddi sorun tam olarak çözülemediğinde veya sanığın aleyhine şüpheler giderilemediğinde "şüpheden sanık yararlanır" (in dubio pro reo) ilkesi uygulanır ve sanık hakkında beraat hükmü verilir. Bu, gerçeğe ulaşmada bir başarısızlık değil, bireyin özgürlüğünü koruyan ve devletin cezalandırma yetkisini sınırlayan önemli bir usuli güvencedir. Ayrıca, hukuka aykırı elde edilen delillerin kesinlikle yasaklanması, gerçeğe ulaşma çabasının adil bir süreç içinde yürütülmesini sağlar. Bu, yargılamanın meşruiyetini ve bireylerin temel haklarını koruyarak, "her ne pahasına olursa olsun gerçek" anlayışının önüne geçer.

CMK Madde No.

Madde Başlığı/Konusu

Maddi Gerçek İlkesiyle İlişkisi ve Açıklaması

34/1

Kararların Gerekçeli Olması

Hakim ve mahkemelerin, maddi gerçeğin nasıl tespit edildiğini ve delillerin nasıl değerlendirildiğini gösteren gerekçeli karar verme yükümlülüğünü düzenler.

147

İfade Alma ve Sorgu Şekli

Şüpheli ve sanığın özgür iradesine dayalı ifade vermesini, kendini suçlamaya zorlanamamasını güvence altına alır; hukuka uygun delil elde etme prensibini destekler.

148

İfade Alma ve Sorguda Yasak Usuller

Kötü muamele, işkence, aldatma gibi hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen beyanların delil olarak kullanılamayacağını belirtir; hukuka uygun delil elde etme zorunluluğunun temelidir.

160

Bir Suçun İşlendiğini Öğrenen Cumhuriyet Savcısının Görevi

Cumhuriyet savcısının, bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hali öğrenir öğrenmez maddi gerçeği araştırmaya başlamasını ve tüm delilleri toplamasını düzenler.

161

Cumhuriyet Savcısının Görev ve Yetkileri

Cumhuriyet savcısının, şüpheli lehine ve aleyhine olan tüm delilleri toplama görevini pekiştirir; soruşturma aşamasında maddi gerçeğe ulaşma yükümlülüğünü belirler.

170/2

İddianamenin İadesi

Kamu davası açılabilmesi için soruşturma aşamasında toplanan delillere göre suçun işlendiğine dair yeterli şüphe bulunmasını şart koşar; maddi gerçeğe dayalı bir yargılama sürecinin başlangıcını güvence altına alır.

198

Delillerin Değerlendirilmesi (HMK Kapsamında)

HMK'daki bu madde, medeni usulde delillerin serbestçe değerlendirilmesini ifade eder ve ceza muhakemesindeki vicdani delil sistemine benzer bir yaklaşımı yansıtır.

206/2-b

Delil Teklifinin Reddi

Delilin olayı doğrudan aydınlatıcı yönü yoksa veya olay başka delillerle aydınlatılmışsa delil teklifinin reddedilebileceğini belirtir; yargılamanın etkinliğini ve delillerin olayla doğrudan ilgisini gözetir.

217

Delillerin Ortaya Konulması ve Değerlendirilmesi

Hükmün, duruşmaya getirilmiş ve tartışılmış hukuka uygun delillere dayanmasını zorunlu kılar; vicdani delil sisteminin ve hukuka uygun delil elde etme prensibinin temel maddesidir.

222

Belge Okunması

Doğrudanlık ilkesinin istisnası olarak, belirli belgelerin duruşmada okunarak delil olarak kabul edilmesine imkan tanır.

225/1

Hükmün Konusu

Hükmün, iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında verileceğini belirterek, yargılamanın konusunu maddi gerçeğe uygun olarak sınırlar.

236/2

Mağdur ve Şikayetçinin Dinlenmesi

Mağdur veya çocuk tanıkların korunması ile maddi gerçeğe ulaşma arasındaki dengeyi düzenler; zorunluluk hallerinde birden fazla dinlemeye imkan tanır.

250

Seri Muhakeme Usulü

Cumhuriyet savcısının isnat konusu fiile ilişkin maddi gerçeğe ulaşmakta aktif rol oynadığı özel bir usuldür.


III. İdari Yargılama Hukukunda Re'sen Araştırma İlkesi ve Maddi Gerçek İlişkisi


İdari yargılama hukuku, ceza muhakemesi hukukuna benzer şekilde, maddi gerçeğe ulaşma ilkesine büyük önem verir. Bu durum, idari yargılamanın temelini oluşturan "re'sen araştırma ilkesi" ile somutlaşır.


A. Re'sen Araştırma İlkesinin Tanımı ve Hukuki Dayanağı (İYUK Md. 20)


Re'sen araştırma ilkesi, idari yargılama usulünde, davanın malzemesinin hazırlanmasında taraflarla birlikte hakimin de görevli olması olarak tanımlanır. Bu ilke, medeni yargılama usulünde geçerli olan "davanın taraflarca hazırlanması" ilkesinin doğrudan karşıtıdır. İdari yargı hakimi, pasif bir hakem konumunda değildir; aksine, delillerin araştırılması ve davanın yürütülmesinde kendiliğinden (re'sen) hareket etme yetkisine sahiptir. Bu "orijinal yetki" , hakimin tarafların iddia ve savunmalarının ötesine geçerek olayın tüm yönlerini araştırmasını sağlar.

Bu ilkenin hukuki dayanağı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun (İYUK) 20. maddesinin 1. fıkrasında açıkça yer almaktadır. Bu maddeye göre, Danıştay, bölge idare mahkemeleri ile idare ve vergi mahkemeleri, bakmakta oldukları davalara ait her türlü incelemeyi kendiliğinden yapar. Ayrıca, Danıştay Kanunu'nun 49. maddesi de benzer bir yetki tanıyarak, gerekli belgelerin getirtilmesi ve bilgi almak üzere görevlilerin dinlenmesi imkanını sunar.


B. İlkenin Amacı: Kamu Yararı ve İdare Karşısında Bireyin Korunması Dengesi


Re'sen araştırma ilkesinin temelinde kamu yararı ve kamu düzeni düşünceleri yatar. İdari yargılama, genellikle devletin kamu gücünü kullanarak gerçekleştirdiği eylemleri konu alır ve bu eylemlerin hukuka uygunluğu kamu düzenini doğrudan etkiler. Bu ilkenin ortaya çıkmasının ana nedeni, idare karşısında bireyin korunması gerekliliğidir. İdare, sahip olduğu üstün irade, kamu gücü ve genellikle dava ile ilgili bilgi ve belgelerin kendisinde bulunması nedeniyle "silah üstünlüğüne" sahiptir. Bireylerin bu bilgi ve belgelere ulaşamaması, iddia ve savunmalarını zayıflatabilir.

Re'sen araştırma ilkesi, bu güç dengesizliğini gidermek ve idari yargının idare üzerindeki denetleme yetkisini etkili bir şekilde kullanabilmesini sağlamak için önemli bir araçtır. Bu ilke sayesinde hakim, davayı çözümlemek ve maddi gerçeği ortaya çıkarmak için, bireyin ulaşamadığı bilgi ve belgeleri kendiliğinden araştırabilir ve ilgili kişi veya kurumlardan talep olmaksızın isteyebilir. Bu, bireyin ispat külfetini hafifleterek, adalete erişimini kolaylaştırır.


C. İdari Yargı Hakimin Re'sen Araştırma Yetkisinin Kapsamı ve Sınırları



1. Dava Malzemesinin Toplanması ve Değerlendirilmesi


İdari yargı hakimi, re'sen araştırma yetkisi kapsamında, uyuşmazlığı çözmek için tarafların iddia ve savunmalarıyla bağlı kalmaksızın her türlü incelemeyi yapabilir. Bu yetki, taraflardan ve ilgili diğer yerlerden lüzum görülen evrakın gönderilmesini ve her türlü bilginin verilmesini istemeyi içerir. Bu husustaki kararların ilgililerce süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir.

Hakim, maddi gerçeği araştırmak için bilirkişi veya keşif usullerine başvurabilir. Dava konusu işlemin tesisine esas olarak gösterilen hukuki nedenin var olup olmadığının araştırılması, dayanağı olan bilgi ve belgelerin derlenmesi bu yetki kapsamındadır. Hatta, taraflar arasında hiçbir uyuşmazlık bulunmayan konularda dahi, yargıcın sağlıklı bir karar verebilmek için re'sen araştırma yapma gereği duyarsa bu yola başvurabileceği kabul edilmektedir. Bunun nedeni, özellikle davacı tarafın, idarenin yaptığı bazı işlemlerden habersiz olabileceği ve bir hususun ihtilaflı olup olmadığını dahi bilemeyebileceği ihtimalidir.


2. Kamu Düzenine İlişkin Konularda Re'sen İnceleme


İdari yargı hakimi, kamu düzenine ilişkin olduğu tartışmasız kabul edilmiş olan görev, yetki, süre gibi konuları, taraflarca ileri sürülmemiş olsa dahi kendiliğinden incelemekle yükümlüdür. Bu, idari yargılamanın temel işleyişine ilişkin önemli bir özelliktir. Hakim, dava konusu işleme esas oluşturan hukuki ve fiili sebebin doğru olup olmadığını araştırmak zorundadır.


3. Sınırlar


Re'sen araştırma ilkesi, idari yargı hakimine geniş yetkiler verse de, bu yetkinin keyfi bir şekilde yürütüleceği anlamına gelmez. Yetki, hukukun genel ilkeleri ve yargılama usulünün sınırları içinde kullanılmalıdır. Devletin güvenliği veya yüksek menfaatleri ile ilgili bilgiler veya yabancı devletlere ilişkin bilgiler, ilgili makam tarafından gerekçe gösterilerek verilmekten imtina edilebilir. Ancak bu durumda, verilmeyen bilgi ve belgelere dayanılarak bir savunma yapılamaz ve karar bu savunmaya dayandırılamaz. Bu, adil yargılanma hakkı açısından önemli bir güvencedir.

İdari yargılama usulünde, re'sen araştırma ilkesinin farklı yargı kademelerinde uygulanış biçiminde önemli bir farklılaşma gözlemlenmektedir. İdari yargı mahkemeleri genel olarak bu yetkiye sahipken, en yüksek idare mahkemesi olan Danıştay, temyiz incelemesi aşamasında maddi olaylar hakkında kendiliğinden araştırma yapma yetkisine sahip değildir. Eğer Danıştay, temyizen incelediği davalarda maddi vakıalar hakkında edinilen bilgiyi yeterli görmezse, kararı bozar ve eksik incelemenin giderilmesi için dosyayı ilk derece mahkemesine geri gönderir. Buna karşılık, Bölge İdare Mahkemeleri (BİM), istinaf kanun yolu incelemelerinde re'sen araştırma yetkisine sahiptirler ve maddi olaylar hakkında edinilen bilgiyi yeterli görmemeleri halinde, gerekli inceleme ve araştırmayı kendileri yaparak nihai kararı verirler. Bu farklılaşma, idari yargı sisteminin katmanlı yapısını ve her bir yargı kademesinin görev tanımını yansıtır. Danıştay, hukuki denetim ve içtihat birliğini sağlamaya odaklanırken, BİM'ler hem hukuki hem de maddi denetimi bir arada yürüterek, gerçeğe ulaşma çabasını daha alt seviyede de aktif tutar. Bu durum, çok katmanlı bir yargı sisteminde hem hukuki tutarlılığı hem de kapsamlı maddi incelemeyi optimize etme çabasını gösterir.


D. Danıştay İçtihatları ve Emsal Kararların İlkenin Gelişimindeki Rolü


Danıştay kararları, idari yargıda re'sen araştırma ilkesinin somutlaşmasında ve gelişiminde merkezi bir rol oynamaktadır. Danıştay'ın içtihatları, alt mahkemeler için bir rehber niteliğindedir ve hukuki belirlilik ile öngörülebilirlik açısından büyük önem taşır. Bu kararlar, idari işlemlerle ilgili hukuki belirsizlikleri giderir ve idarenin keyfi uygulamalarının önüne geçer.

Danıştay, re'sen araştırma ilkesini sürekli olarak teyit etmiş ve bu ilkenin kamu yararına hizmet etme ve gerçeği ortaya çıkarma amacını vurgulamıştır. Örneğin, Danıştay içtihatlarında, vergi yargıcının ihtilaflı olmayan konularda dahi re'sen araştırma yapabileceği kabul edilmiştir. Hatta, bir tarife cetvelinin hangi pozisyona girdiğine dair incelemenin, taraflar arasında uyuşmazlık bulunmasa dahi idari yargı hakimi tarafından re'sen yapılması gerektiği yönünde kararları bulunmaktadır. Bu kararlar, idari yargı hakiminin idarenin eylemlerinin hukuka uygunluğunu denetlerken, sadece tarafların sunduğu sebeplere bağlı kalmayıp, işlemin tesisini gerektirecek bir sebebin bulunup bulunmadığını da araştırması gerektiğini ortaya koymaktadır. Danıştay'ın 2024 tarihli bir kararında da mücbir sebep nedeniyle defter ve belgelerin ibraz edilmemesinin re'sen tarh nedeni olduğu ancak mükelleflerden ibraz ödevini yerine getirmelerinin beklenemeyeceği belirtilmiştir. Bu tür kararlar, idari yargının, idarenin etki alanından kurtarılarak mahkeme önüne ulaşması ve böylece, çoğu kez delillere ulaşma imkanı bulamayan davacının ispat külfetinden kurtarılmasına hizmet etmektedir.

İYUK Madde No.

Madde Başlığı/Konusu

Re'sen Araştırma İlkesiyle İlişkisi ve Açıklaması

14

İlk İnceleme

Görev, yetki, ehliyet ve dava açma süresi gibi kamu düzenine ilişkin konuların, taraflarca ileri sürülmese dahi hakim tarafından kendiliğinden incelenmesini gerektirir.

15

İlk İnceleme Üzerine Verilecek Karar

İlk inceleme konularında eksiklik bulunması halinde hakimin re'sen karar verme yetkisini düzenler.

20/1

Dosyaların İncelenmesi

Danıştay, bölge idare mahkemeleri ile idare ve vergi mahkemelerinin, bakmakta oldukları davalara ait her türlü incelemeyi kendiliğinden yapma yetkisini açıkça düzenler; re'sen araştırma ilkesinin temel dayanağıdır.

20/2

Dosyaların İncelenmesi

Taraflardan birinin ara kararının gereklerini yerine getirmemesi durumunda, bu durumun verilecek karar üzerindeki etkisinin mahkemece önceden takdir edileceğini belirtir; hakimin delil toplama yetkisini pekiştirir.

27/4

Yürütmenin Durdurulması

İhtirazi kayıtla verilen beyannameler üzerine yapılan işlemlerden dolayı açılan davalarda yürütmenin durdurulmasının istenebileceğini düzenler; idari işlem karşısında bireyin hukuki korunmasını sağlar.

49 (Danıştay Kanunu)

Belge Getirtme ve Görevlileri Dinleme

Danıştay'ın, incelenen davalarla ilgili tüm gerekli belgeleri getirtme ve ek bilgi almak üzere yetkili görevlileri veya bilirkişileri çağırma yetkisini verir; re'sen araştırma yetkisini genişletir.

E-Tablolar'a aktar


IV. Medeni Usul Hukukunda Gerçeklik Anlayışı ve Farklılaşan Yaklaşımlar


Medeni usul hukuku, ceza ve idari yargılama hukukundan farklı olarak, maddi gerçeğe ulaşma ilkesini daha sınırlı bir şekilde benimser. Bu farklılaşma, medeni yargılamanın temelini oluşturan "tasarruf ilkesi" ve "taleple bağlılık ilkesi" gibi prensiplerden kaynaklanır.


A. Medeni Usulün Temel İlkeleri: Tasarruf İlkesi ve Taleple Bağlılık İlkesi (HMK Md. 24, 26)



1. Tasarruf İlkesi (HMK Md. 24)


Tasarruf ilkesi, medeni yargılamanın başlaması, konusunun belirlenmesi, sürdürülmesi ve sona erdirilmesi hususunda taraflara tanınan yetkiyi ifade eder. Bu ilke, maddi hukuktaki irade özerkliğinin ve tasarruf yetkisinin bir uzantısıdır. Buna göre, davayı taraflar açabilir; hakim re'sen dava açamaz ve uyuşmazlıkla ilgili karar veremez. Talep taraflardan gelmelidir. Hakkı olsa dahi kimse dava açması ya da açtığı davayı takip etmesi için zorlanamaz. Tarafların tasarruf yetkisi, davanın açılmasından sonra da devam eder; davadan feragat etme, davayı geri alma veya sulh olma gibi yollarla davayı sona erdirme yetkisi taraflara aittir. Özel düzenlemeler dışında, karar da tarafların talebiyle ortaya çıkar. Bu ilke, özel hukuk uyuşmazlıklarının ağırlıklı olarak tarafları ilgilendirmesi ve hakların kullanımının tarafların takdirine bırakılması felsefesine dayanır.


2. Taleple Bağlılık İlkesi (HMK Md. 26)


Taleple bağlılık ilkesi, tasarruf ilkesinin doğrudan bir uzantısıdır. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 26. maddesine göre, hakim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Ancak duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir. Bu ilke, mahkemenin kararının, davacı tarafından belirlenen yargılama sınırları içinde kalmasını sağlar ve özel hukukun tarafların iradesine verdiği önemi pekiştirir.


B. Şekli Gerçek Anlayışının Medeni Usuldeki Yeri ve Önemi


Medeni usul hukukunda, maddi gerçek arayışı yerine genellikle "şekli gerçek" anlayışı baskındır. Bu, mahkemenin kararını, taraflarca usulüne uygun olarak sunulan ve ispatlanan delillere dayanarak vermesi anlamına gelir. Hakim, ceza ve idari yargıdaki gibi aktif bir re'sen araştırma yetkisine sahip değildir; daha ziyade, tarafların getirdiği delilleri değerlendiren pasif bir konumdadır.

"Gerçek, her yargı kolu bakımından bir ve aynıdır"  ifadesi, medeni yargılamada da objektif gerçeğin var olduğu kabulünü yansıtır. Ancak, medeni usulün tasarruf ilkesi ve taleple bağlılık ilkesi gibi temel prensipleri, bu objektif gerçeğe ulaşma yöntemini ve derinliğini sınırlar. Medeni yargılamada "şekli gerçek," bu usuli kısıtlamalar altında elde edilebilen, pragmatik bir gerçekliktir. Bu, davanın amaçları için yeterli kabul edilen bir gerçeklik olup, her zaman olayın mutlak tarihi gerçekliğiyle birebir örtüşmeyebilir. Tarafların irade özerkliği ve uyuşmazlığın özel niteliği, devletin mutlak gerçeği araştırma yükümlülüğünü ikinci plana iter.


C. Medeni Usulde Delillerin Değerlendirilmesi ve Hakimin Rolü (HMK Md. 198)


Medeni usul hukukunda da delillerin serbestçe değerlendirilmesi ilkesi geçerlidir (HMK m. 198). Bu ilke, hakimin sunulan delillerin ispat gücünü vicdani kanaatine göre takdir etmesine olanak tanır. Ancak, ceza ve idari yargıdan farklı olarak, medeni yargılamada hakimin delil toplama konusundaki rolü büyük ölçüde pasiftir. Hakim, esas olarak taraflarca sunulan delilleri değerlendirir ve hukuka uygun elde edilip edilmediklerini kontrol eder. Hakimin kendiliğinden delil toplama yetkisi oldukça sınırlıdır ve genellikle yasal bir istisna gerektirir. Tarafların ispat yükü, medeni yargılamanın belirleyici bir özelliğidir; her taraf, kendi lehine olan vakıaları ispat etmekle yükümlüdür.


D. Maddi Gerçeğin Aranmasının İstisnai Halleri: Kamu Düzeniyle İlgili Davalar (Ör: Boşanma, Nesep Davaları)


Tasarruf ilkesi ve taleple bağlılık ilkesi, medeni usul hukukunda genel kural olsa da, mutlak değildir. Özellikle kamu düzenini veya temel toplumsal çıkarları ilgilendiren bazı özel hukuk davalarında, maddi gerçeğe ulaşma çabası daha belirgin hale gelir ve hakimin rolü daha aktifleşir.

Bu durumlara örnek olarak aile hukuku davaları verilebilir. Örneğin, mutlak butlanla evliliğin iptali, nesebin tespiti veya babalık davaları gibi konularda kamu düzeni söz konusu olduğu için, Cumhuriyet savcısı bile re'sen dava açabilir. Bu tür davalarda, dava taraflarca açılmış olsa bile, davadan feragat etmek sonuç doğurmaz ve dava karar verilinceye kadar devam eder. Anlaşmalı boşanma davalarında ise, hakim, tarafların üzerinde anlaştıkları hususlarda gerekli görürse değişiklik yapabilir (TMK m. 166/3). Bu, hakimin tarafların iradesiyle sınırlı kalmayıp, kamu düzeni ve aile birliğinin korunması gibi üstün menfaatleri gözeterek maddi gerçeği araştırmasına ve buna göre karar vermesine olanak tanır.

Medeni hukukta tasarruf ilkesi ve taleple bağlılık ilkesinin istisnalarının varlığı, özellikle aile hukuku gibi alanlarda, usuli gerçeğe ulaşma yaklaşımının, yargı dalının kendisi tarafından katı bir şekilde belirlenmediğini, aksine, söz konusu hukuki menfaatin niteliğine göre dinamik olarak ayarlandığını göstermektedir. Özel hukuk uyuşmazlıkları, daha geniş kamu düzeni kaygıları veya temel haklarla kesiştiğinde, medeni usul, ceza ve idari yargıdaki yaklaşımlara benzer şekilde, daha çok "maddi gerçeği arama" eğilimi göstermektedir. Bu, hukuk sisteminin, temel kamu yararlarının söz konusu olduğu durumlarda, katı taraf özerkliği prensibini bir kenara bırakarak, daha aktif bir yargısal müdahaleye ve dolayısıyla objektif gerçekleri (maddi gerçeği) ortaya çıkarmaya yönelik daha güçlü bir taahhüde yöneldiğini ortaya koyar. Bu durum, gerçeğe ulaşma çabasının hukuk sisteminde katı bir ikilikten ziyade, sürekli bir yelpaze üzerinde konumlandığını ve her bir yargı alanının kendine özgü amaçlarına göre adapte olduğunu gösterir.


E. Ceza ve İdari Yargılama Hukuku ile Karşılaştırmalı Analiz


Maddi gerçeğe ulaşma ilkesi, ceza ve idari yargılama hukukunda temel bir amaç ve hakimin aktif bir görevi iken, medeni usul hukukunda tasarruf ilkesi ve taleple bağlılık ilkesi nedeniyle daha sınırlı bir rol oynar. Bu farklılaşmanın temel nedeni, her bir yargı kolunun koruduğu hukuki menfaatlerin niteliğidir. Ceza ve idari yargıda kamu düzeni ve devletin üstün menfaati ön planda olup, bireyin haklarının korunması da bu kapsamda değerlendirilir. Medeni yargıda ise, bireyler arasındaki özel ilişkiler ve irade özerkliği esas alınır. Bu farklılıklar, aşağıdaki tabloda özetlenmiştir.


V. Maddi Gerçeğe Ulaşma İlkesinin Sınırları ve Adil Yargılanma Hakkı ile İlişkisi


Maddi gerçeğe ulaşma ilkesi, hukuk sistemlerinde adaletin temelini oluştursa da, mutlak ve sınırsız bir ilke değildir. Bu ilke, yargılama sürecinde bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin korunması ile dengelenmek zorundadır.


A. Hukuka Aykırı Delillerin Hükme Esas Alınamaması Prensibi


Hukuka aykırı yollarla elde edilen delillerin hükme esas alınamaması prensibi, maddi gerçeğe ulaşma ilkesinin en önemli ve evrensel sınırlarından biridir. Ceza muhakemesinde (CMK m. 217) , işkence, kötü muamele, yasa dışı dinleme veya cebir gibi yöntemlerle elde edilen deliller, olayın gerçekliğini ortaya koysa bile yargılamada kullanılamaz. Bu prensip, sadece ceza muhakemesi için değil, idari yargılama için de geçerlidir. Bu kural, hukukun üstünlüğü ilkesinin ve adil yargılanma hakkının temel bir gereğidir. Yargılamanın meşruiyeti, gerçeğe ulaşma amacına rağmen, sürecin hukuka ve ahlaka uygun yürütülmesinden ödün verilmemesine bağlıdır.


B. Şüpheli/Sanık Haklarının Güvence Altına Alınması (Susma Hakkı, İşkence Yasağı, Müdafi Yardımı)


Maddi gerçeğe ulaşma çabası, şüpheli ve sanıkların temel haklarının güvence altına alınmasıyla birlikte yürütülmek zorundadır. Bu haklar, adil yargılanma hakkının ayrılmaz bir parçasıdır:

  • Susma Hakkı: CMK'nın 147/1-e maddesi, şüpheli ve sanığın susma hakkını güvence altına alır ve kendini suçlamaya zorlanamayacağını belirtir. Bu, bireyin özgür iradesiyle ifade vermesini sağlar.

  • İşkence ve Kötü Muamele Yasağı: CMK'nın 148/1 maddesi, şüpheli ve sanığın beyanının özgür iradesine dayanması gerektiğini vurgular ve kötü davranma, işkence, ilaç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma gibi yöntemleri yasaklar. Bu tür yöntemlerle elde edilen beyanlar kesinlikle delil olarak kullanılamaz.

  • Müdafi Yardımı: Kollukça alınan ifade, hakim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz. Bu düzenleme ile kolluğun ifade alırken müdafi bulundurmaya özen göstermesi amaçlanır. Bu, bireyin savunma hakkının güvencesidir.

Bu haklar, devletin gerçeği arama yetkisi ile bireyin özgürlükleri arasındaki hassas dengeyi kurar.


C. Gerçeklik Arayışı ile Bireysel Hak ve Özgürlükler Arasındaki Hassas Denge


Maddi gerçeğe ulaşma ilkesi ile bireysel hak ve özgürlüklerin korunması arasındaki gerilim, hukuk sisteminin temel etik ve hukuki ikilemlerinden birini temsil eder. Bu durum, sadece bir sınırlama değil, aynı zamanda hukuk sisteminin insan onuruna ve hukukun üstünlüğüne verdiği önemi yansıtan bilinçli bir toplumsal tercihtir. Yargılama süreci, gerçeği ne pahasına olursa olsun ortaya çıkarmak yerine, hukuka uygun ve adil yollarla elde edilen bir "hakkaniyetli gerçek" peşindedir.

Bu yaklaşım, hukuk sisteminin, gerçeğe ulaşma yöntemleri üzerinde katı yasaklar (örneğin işkence yasağı, hukuka aykırı delil yasağı) getirmesiyle somutlaşır. Bu yasaklar, potansiyel olarak daha fazla bilgiye ulaşmayı engelleyebilir; ancak bu, hukuki süreçlerin meşruiyetini ve bireylerin temel haklarını korumak adına yapılan bilinçli bir fedakarlıktır. Bu durum, "maddi gerçek" kavramının sadece olgusal bir yeniden yapılandırma olmadığını, aynı zamanda hukuken izin verilen ve usulen meşru bir olgusal yeniden yapılandırma olduğunu gösterir. Yani, aranan gerçek, yalnızca doğru olan değil, aynı zamanda adil bir süreçle elde edilmiş olan gerçektir.


D. Adil Yargılanma Hakkının Bir Bileşeni Olarak Maddi Gerçek Arayışı


Maddi gerçeğe ulaşma çabası, adil yargılanma hakkının ayrılmaz bir bileşenidir. Adil bir yargılama, kararların doğru, eksiksiz ve hukuka uygun yollarla elde edilmiş delillere dayanmasını gerektirir. Gerçeğin doğru bir şekilde tespit edilmemesi, adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelebilir. Bu nedenle, maddi gerçeğe ulaşma ilkesi, yargılamanın temelini oluştururken, aynı zamanda adil yargılanma hakkının güvenceleriyle birlikte ele alınmalı ve uygulanmalıdır.


VI. Karşılaştırmalı Hukuk Perspektifinden Maddi Gerçek İlkesi


Türk hukuk sistemindeki maddi gerçeğe ulaşma ilkesi, uluslararası hukuk standartları ve diğer hukuk sistemleriyle karşılaştırıldığında, özellikle Kıta Avrupası hukuk geleneğinin etkilerini taşır.


A. Türk Hukukundaki Yaklaşımın Uluslararası Hukuk Standartları ve Diğer Hukuk Sistemleriyle Karşılaştırılması


Türk ceza ve idari yargılama usulündeki maddi gerçeğe ulaşma ilkesi ve hakimin re'sen araştırma yetkisi, Kıta Avrupası hukuk sistemlerinde (örneğin Almanya, Fransa) yaygın olan "inquisitorial" (araştırmacı) yargılama modeline büyük ölçüde paraleldir. Bu modelde, yargıç, gerçeği aktif olarak araştırma ve delil toplama konusunda önemli bir rol oynar. Bu durum, Anglo-Sakson hukuk sistemlerinde (örneğin ABD, İngiltere) yaygın olan "adversarial" (çekişmeli) modelden farklıdır; adversarial modelde, taraflar delil sunma ve olguları ispatlama konusunda birincil sorumluluğa sahiptir.

Türk hukukunun hukuka aykırı delillerin yasaklanması, susma hakkı, işkence yasağı ve müdafi yardımı gibi temel haklara verdiği önem, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve özellikle AİHS'nin 6. maddesi (adil yargılanma hakkı) gibi uluslararası insan hakları standartlarına uyumu yansıtır. Bu, Türk hukukunun, gerçeğe ulaşma amacını, insan haklarının korunması gibi evrensel değerlerle dengelediğini gösterir.

Medeni usul hukukundaki taraf özerkliği ve şekli gerçek anlayışı ise, Kıta Avrupası'nın özel hukuk geleneklerinde tipik bir yaklaşımdır. Ancak, kamu düzenini ilgilendiren istisnai durumlarda maddi gerçeğe yönelme eğilimi, bu sistemlerin de pragmatik bir esneklik gösterdiğini ortaya koyar.


B. Farklı Yargı Kolları Arasındaki İlke Farklılıklarının Nedenleri ve Sonuçları


Türk yargılama hukukunda gerçeğe ulaşma ilkesinin farklı yargı kolları arasında farklılık göstermesinin temel nedeni, her bir yargı kolunun düzenlediği hukuki ilişkilerin niteliğidir:

  • Ceza Hukuku: Devletin cezalandırma yetkisini ve bireylerin temel haklarını (yaşam, özgürlük) doğrudan ilgilendiren ilişkileri kapsar. Toplumun güvenliği ve kamu düzeni açısından güçlü bir kamu yararı bulunduğundan, objektif gerçeğin kapsamlı bir şekilde araştırılması zorunludur.

  • İdari Hukuk: Devletin kamu gücünü kullanarak bireyler üzerinde yaptığı idari eylemleri içerir. Kamu yararı ve idari eylemlerin hukuka uygunluğunun denetlenmesi ihtiyacı, aktif bir yargısal rolü ve re'sen araştırma ilkesini haklı kılar.

  • Medeni Hukuk: Esas olarak bireyler arasındaki özel hukuk uyuşmazlıklarını düzenler. Bu alanda, tarafların irade özerkliği ve haklarını serbestçe kullanma yetkisi ön plandadır. Devletin "mutlak gerçek" konusundaki menfaati, tarafların kendi meseleleri üzerindeki kontrolüne göre ikincil kalır.

Bu farklılıklar, delil toplama yöntemleri, hakimin aktif rolü, yargısal denetimin kapsamı ve ispat yükü gibi usul kurallarında belirgin ayrılıklara yol açar. Her bir yargı kolu, kendi özgün amaçlarını ve değerlerini en iyi şekilde gerçekleştirmek üzere tasarlanmış farklı usul kurallarına sahiptir. Bu durum, Türk hukuk sisteminin, adaleti sağlamak için farklı hukuki alanlarda esnek ve amaca uygun yaklaşımlar benimsediğini gösterir.

Yargılama Dalı

Temel Gerçeklik Anlayışı

Egemen İlke

Hakimin Rolü

Delil Sistemi

İlgili Kanun Maddeleri (Örnek)

Temel Amaç

Ceza Muhakemesi Hukuku

Maddi Gerçek

Maddi Gerçeği Araştırma İlkesi, Re'sen Araştırma İlkesi

Aktif (İnquisitorial)

Serbest Delil Sistemi, Vicdani Delil Sistemi

CMK m. 160, 161, 217

Suçun işlenip işlenmediğini, kim tarafından işlendiğini objektif olarak tespit etmek, adaleti sağlamak, kamu düzenini korumak.

İdari Yargılama Hukuku

Maddi Gerçek

Re'sen Araştırma İlkesi

Aktif (İnquisitorial)

Serbest Delil Sistemi

İYUK m. 20, 49

İdari işlemlerin hukuka uygunluğunu denetlemek, idare karşısında bireyi korumak, kamu yararını gözetmek.

Medeni Usul Hukuku

Şekli Gerçek (İstisnalarla Maddi Gerçek)

Tasarruf İlkesi, Taleple Bağlılık İlkesi

Pasif (Adversarial)

Serbest Delil Sistemi

HMK m. 24, 26, 198

Taraflar arasındaki özel hukuk uyuşmazlıklarını çözmek, irade özerkliğini ve taraf menfaatlerini korumak.



VII. Sonuç, Değerlendirme ve Hukuk Politikası Önerileri



A. Maddi Gerçeğe Ulaşma İlkesinin Türk Hukuk Sistemindeki Konumu ve Önemi


Maddi gerçeğe ulaşma ilkesi, Türk hukuk sisteminde adaletin tecellisinin temelini oluşturan merkezi bir prensiptir. Özellikle ceza ve idari yargılama hukukunda, bu ilke yargılamanın nihai amacı olarak kabul edilir ve yargı organlarına aktif bir araştırma yükümlülüğü yükler. Bu sayede, kararların somut olayın gerçekliğine dayanması sağlanarak, keyfi uygulamaların önüne geçilir ve kamu güveni pekiştirilir. İlke, devletin kamu düzenini koruma menfaati ile bireylerin temel haklarının güvence altına alınması arasında hassas bir denge kurar.


B. İlkenin Uygulamasında Gözlemlenen Güçlü Yönler ve Geliştirilmesi Gereken Alanlar


Maddi gerçeğe ulaşma ilkesinin güçlü yönleri arasında, kapsamlı bir olgu araştırmasına olanak tanıması, böylece doğru ve adil kararlar verilmesinin önünü açması yer alır. Hukuka aykırı delillerin yasaklanması gibi katı güvenceler, bireysel hakların korunmasını sağlar ve yargılamanın meşruiyetini artırır.

Ancak, ilkenin uygulanmasında bazı zorluklar ve geliştirilmesi gereken alanlar da mevcuttur. Kapsamlı araştırma yükümlülüğü, yargılamaların uzamasına neden olabilir. Ayrıca, gerçeğe ulaşma çabası ile usuli etkinlik arasındaki dengenin sürekli gözetilmesi gerekmektedir. Delillerin değerlendirilmesinde hakimin vicdani kanaatine dayalı sistem, hakimin objektifliğini ve deneyimini gerektirir; bu da yargıçların sürekli eğitimi ve uzmanlaşmasının önemini ortaya koyar.


C. Geleceğe Yönelik Hukuk Politikası Önerileri ve Yargı Reformu Perspektifleri


Maddi gerçeğe ulaşma ilkesinin etkinliğini ve adalet sistemine katkısını artırmak için aşağıdaki hukuk politikası önerileri değerlendirilebilir:

  • Dijital Delil Protokollerinin Güçlendirilmesi: Günümüz teknolojisiyle birlikte artan dijital delillerin toplanması, korunması ve sunulmasına ilişkin standartların ve protokollerin daha da geliştirilmesi, maddi gerçeğe ulaşma sürecini hızlandıracak ve güvenilirliğini artıracaktır.

  • Adli Bilimler ve Bilirkişilik Sistemine Yatırım: Özellikle karmaşık olaylarda maddi gerçeğin tespiti için adli bilimler ve bilirkişilik hizmetlerinin kapasitesinin artırılması, uzman görüşlerinin daha etkin ve tarafsız bir şekilde yargılamaya dahil edilmesi önemlidir.

  • Alternatif Uyuşmazlık Çözüm Yöntemlerinin Teşviki: Özellikle medeni hukuk alanında, kamu düzenini doğrudan ilgilendirmeyen uyuşmazlıklarda arabuluculuk ve uzlaştırma gibi alternatif çözüm yollarının teşvik edilmesi, mahkemelerin iş yükünü azaltarak, maddi gerçeğe ulaşma ilkesinin daha yoğun uygulandığı ceza ve idari davalara daha fazla kaynak ayrılmasını sağlayabilir. Bu, taraf özerkliğini korurken yargı sisteminin genel etkinliğini artırır.

  • Usul Kurallarının Sürekli Gözden Geçirilmesi: Gerçeğe ulaşma ilkesinin, bireysel haklardan ödün vermeden ve yargılamayı gereksiz yere uzatmadan uygulanabilmesi için usul kanunlarındaki hükümlerin çağın gereklerine göre sürekli gözden geçirilmesi ve güncellenmesi gerekmektedir.

  • Gerekçeli Karar Kültürünün Derinleştirilmesi: Hakim ve mahkemelerin gerekçeli karar verme yükümlülüğünün (CMK m. 230, 34/1)  daha da pekiştirilmesi, maddi gerçeğin nasıl tespit edildiği, delillerin nasıl değerlendirildiği ve karara nasıl ulaşıldığı konularında şeffaflığı ve hesap verebilirliği artıracaktır. Bu, yargı kararlarının kamuoyu nezdindeki güvenilirliğini de güçlendirecektir.

Bu öneriler, Türk hukuk sisteminde maddi gerçeğe ulaşma ilkesinin hem teorik temelini hem de pratik uygulamasını daha da sağlamlaştırarak, adaletin daha etkin ve adil bir şekilde tecelli etmesine katkıda bulunacaktır.

Comments


bottom of page